Wednesday, January 25, 2006

Türk Telekom Özelleştirilmesin!

Dün Kablo TV üzerinden kullandığım internet bağlantımı iptal ettirmek için karar verdim. Ne yapılması gerektiğini öğrenmek için servisi sağlayan şirkete telefon açıp, isteğimi belirttim. Bana ilk önce Ankara’daki bürolarına gidip “borcu yoktur” yazısı almamı sonrada bunu götürüp Telekom’a vermem gerektiğini söylediler. İlk başta, içimden işe bak bir iptal için neler yapmam gerekiyor diye düşündüm. Nede olsa bütür işlemler Amerika’da telefonda 1-2 dk. içerisinde halledilir. Ama burası Türkiye, burda böyle, alışmak lazım diyerek de kendimi teselli etmeyi ihmal etmedim.

Bu sabah ilk önce bana söylendiği gibi gidip “borcu yoktur” yazımı aldım. Sonra Telekom a gittim, bana bir dilekçe doldurttular, sonra vezneye gidip bu ayın borcumu ödememi söylediler. İşte bu noktadan sonra Çin İşkencesi başladı.

Öncelikle belirteyimki Telekom’un çalışma saatleri sabah sekiz akşam beş arası, yanı öğlen tatili yok, bu veznenin camında yazıyor. Üç vezneden birinde sıraya girdim, 10dk bekledikten sonra tam bana sıra gelmişken, memur, “ben yemeğe gidiyorum, yan tarafa geçin” dedi. Bende beni ve arkamdaki üç kişiyi kastederek, “bizi almıyacakmışın” diye sordum, sormaz olaydım, beyfendiden bir fırça yedik, vay efendim o bize iyilik olsun diye yemeğini geciktirmişde, yemek yeme hakkı yokmuymiş da, felanda filan. Ben de madem yemeğe gidecektin ben sıraya girerken söyleseydinde 10dk beklemeseydik boş yere diye çıkıştım, sonra hadi gel senide alayım oldu, bende yanlış üstüne yanlış olmasın diye, yok o zaman sen yemeğe git dedim, yan tarafa geçtim (enayiliğime doymıyayım). Bu hareketim memurda suçluluk hissi uyandırmış olacakkı benden sonra gelen iki kişi ve onların peşlerine takılan başka iki kişininde işini yapıp sonra yemeğe gitti. Bense öbür sırada hala sıra bekliyorum, iyilikten maraz doğar derler ya, iste aynen öyle oldu. Diğer kuyruktada yaklaşık 10dk bekledikten sonra sıra bana geldi, bu seferde veznedeki memur, “bu fatura nin 22 günlük borcu hesaplanması lazım, karşı tahsilata git, hesaplat, sonra yine gel” dedi, haydaaa. Tahsilata gittim, beş memur sohbet ediyorlar, borcumun hesaplanması gerekiyormuş dedim, neyse bir döndü baktı ve işimi halletti sağolsun. Vezneye geri gidersin yine 10 dk bekle, borcumu kredi kartı ile ödiyeceğim, memur faturayı nakit diye baştirmiş, “ya nakit ödiyebilirmişin” diyor bana, yuh be dedim, bu kadar olur, neyse ödiyelimde gidelim. Nereye öyle kolaymı gitmek, vezneden tahsilata geri gönderildim, biri damga vuracakmış, sonra servise git, birde oradan tekrar yazı al, sonra tekrar tahsilata “hattı düşürmek” için ve en sonunda tam 1 saat sonra Türk Telekom’dan çıkabildim. Ne yapmak için gitmiştim diye unuttuysanız, tekrar hatırlatayım; Kablo Internetimi iptal için gitmiştim, 1 saat sürdü.

Şimdi yetkillilere sesleniyorum, ne olur Telekom’u özelleştirmeyin çünkü ben bu eziyeti seviyorum(!), biz Türk halkı olarak bunu seviyoruz(!), bırakında Telekom çalışanları bize güzel güzel işkence etsin(!).

Barbaros, 24 Kasım 2005.

Boyacı Amca ve Medeniyet

Bugün uzun zaman aradan sonra Kızılay gitmiştim, çok önemli bir şey olmadığı sürece Kızılay’in yakınından dahi geçmemeye çalışıyorum, trafiğe girmemek için, ne yaya ne de sürücü olarak.

Tam Güven Park’dan geçerken yol kenarında gazetesini okuyan bir boyacı amca gördüm, amca diyorum çünkü 60 li yaşlarında gibiydi. Uzun zamandan beride ayakkabı boyatma keyfini yaşamadığımdan selam edip oturdum karşısına. Bir iki dakika geçmediki yan tarafımızda duran seyyar milli piyango cu elindeki küçük bir süpürgeyle gelip, ıtınayla, kendisi ve boyacı amca arasında kalan asfalt parçasını süpürdü, bir yandan da sakince “ya şu yerlere bir şeyler atmıyorlarmı çok kızıyorum” diyordu. Bir ara göz göze gelince bende, “yalatmak lazım bu adamlara attıklarını” diye ona destek çıktım. Ciddiyim yani, yalatmak lazım ki bir daha atmasınlar.

Bunu üzerine boyacı amca da lafa karıştı:

“Ya arkadaş bunlar ne biçim adamlar, gelip ta bu önümüze tükürüyorlar (işaret edilince farkettim ki yerde söyle 10cm çapında okkalı bir tükürük, aslında daha çok balgam kıvamında idi, boya kutusundan yaklaşık 30cm uzaklita), hiç mı utanma yok bu adamlarda, hiç sıkılmıyorlar içinde bulundukları toplumdan.

Bunların aileleri bunlara hiç bir şey öğretmiyor mü, utanma eskidenmiş, anne-baba çocuktan, çocuk anne-baba’dan utanırdı. İnsanlar komşularından utanırdı. Düşünürlerdiki, beni buraya tükürürken gören bir komşumuz olursa ne olur benim abim. Şimdikilerde yok ki böyle bir şey, adamlar haya yi huya yi atmışlar, hayır gelir mı böyle adamdan millete”.

Şöylediklerine bir tek “haklısın amca” diye eklemede bulunabildim, daha fazlasına gerek yoktu lakın. Alın size medeniyet dersi, AB den değil, Ankara’nin göbeğindeki bir boyacıdan. Büyük ihtimal lise bile okuamamıştır boyacı amca, ama medeni. İşini seviyor, boya kutusunun önüne küçük bir halı sermiş, müşteri ye olan saygısından.

Düşündüm, bizim üniversite bitirmiş ama yontulmamış gençlerimizi, hani biz Avrupalıyız, Avrupa Birliğine her türlü şekilde girmeliyizki medenişelim diyip medeniyeti sadece kılık kıyafet de arıyan özenti gençliğimizi, alın size medeniyet dersi. Şimdi o yere tüküren şahsa da sorsan, evet avrupa birliğine kesin girmeliyiz der, sebep; “medenileşmek”. Ama ben desemki “kardeşim niçin tükürüyorsun yere, ayıp değilmi”, adam kesin üzerime atlayıp beni boğazlamaya kalkar.

Bu olay küçük ama güzel bir örnek, Türk toplumunda malesefe böyle bir aldanmışlık var. Kendi içimizden bir çıkıp doğruları söyleyince, herkez “hadi ordan sen ne bilirsin” diyor, ama AB den süpürgeci gelip de bir şey söylese herkez, “hey be iste bu, adamlar medeni tabii canım” oluyor. Büde benim midemi bulandırıyor malesef.

Amerika’dan geldiğim den beri soruyorlar alışabildimmi diye, ilk başlarda niçin alışamıyayım, benim vatanım, ben burda doğdum büyüdüm diyordum. Sonraları, alışmak biraz vakit alıyor diye cevaplamaya başladim, şimdi ise alışmak mümkün değil sadece kabullenmek lazım diye düşünüyorum. Avrupa gel bizi adam et mantığına alışmam mümkün değil, zaten alışmak da istemiyorum, sadece şu gerçeği kabulleniyorumki, Irak’da Amerikan çizmesini öpen insanlardan hiç bir farkı yok bir çok Türk’unde, sadece bizimkiler Avrupa çizmesi öpüyor ve adam edilebilmek için AB’den meddet umuyor, halbuki kendi kültürümüze, örf adetimize dönebilsek, tekrar ceddimizin yaşadığı gibi yaşıyabilsek, tekrar şu boyacı amcanın anlattığı zamandaki gibi olabilsek zaten adam da olmuş olacağız.

Barbaros, 25 Ekim 2005.